Rüzgârı Dizginleyen Çocuk. Filmin İngilizce ismini yazmak yerine Türkçesini yazmak istedim çünkü her şey bu cümlede gizli. Film gerçek bir hikâyeden esinlenerek senaryolaşmış. Aynı zamanda filmin kitabı da var. Onu da en kısa zamanda okumak istiyorum.
William Kamkwamba, Malavili’de yaşayan 13 yaşındaki bir çocuktur. Zeki bir çocuk olan William, ailesinin yaşadığı maddi zorluklar yüzünden çok sevdiği okulundan atılır. Fakat bu William’ın çalışma isteğine engel olmaz. William, kimsenin haberi olmadan geceleri okulun kütüphanesine gitmeye başlar. Kütüphanede saatlerce çalışan William, bir süre sonra büyük bir başarı elde eder. William, yaptığı çalışmaların sonunda babasına ait olan eski bir bisikletini parçalarını kullanarak bir rüzgar jeneratörü yapar. Bu başarı sadece onun ve ailesinin hayatını değiştirmekle kalmayacak, köyün de sefaletten kurtulmasını sağlayacaktır.
Bu başarı hikâyesinde arayıp da bulamadığınız her şeyi bulabilirsiniz: umut, korku, sevinç, özlem ve dahası. Ama en çok kaybolmuş hayallerinizi bulabilirsiniz. Susturulmuş hayalleriniz, duyulmayan hayalleriniz, gerçekleşmek için sizi bekleyen hayalleriniz. Bu hikâye, içimizde bir yerlerde saklanan güçlü bizleri bulmamıza yardımcı olabilecek türden.
Her şeyden önce bu başarı hikâyesinin ardındakileri de sorgulamak istiyorum. Kıtlık, demokrasi, sömürge ve sayamadığım birçok alt mesaj. Evet, bu ilham verici bir hikâye hatta türü de öyle geçiyor fakat sanıyorum değinilmesi gereken tek konu o değil. William’ın babası demokrasi için şöyle diyor: Demokrasi ithal manyok gibidir; çabuk çürür. Demokrasi adı altında yapılan onca oyun, kaybedenin güçsüzler olduğu. Sömürgecilik. Sömürgecilik, hırsızlığın yasalaştırılmış halinden başka nedir ki? Görüyorsunuz, hırsızlığı legal sayan bir çarkın dişlileriyiz ve biz bir şey yapmadıkça kimse bizi kurtarmaya gelmeyecek. Yıllarca demokrasi, eşitlik, insan hakları denen zırvalıkların hatırına sustuk. Bizi susturan güven değil umuttu. Daha iyi bir gelecek için umut doluyduk. Hükümetler ise bunu fırsat bilip elimizdeki umut dahil her şeyimizi aldılar. Ve biz umut ve dua etmekten başka bir şey yapmadığımız için bu haldeyiz. Tanrı dua ile gelmez insana, emek ile gelir.
Derdimi anlatabiliyorumdur umarım. Demek istediğim parçası olduğumuz sistem bir yandan insan hakları zırvalıkları ile halkın gözünü boyarken diğer yandan küçük balıkların kafasını ezmeye devam ediyor. Bunu hepimiz görüyoruz, yazıyoruz hatta çekiyoruz. Ama bundan daha ileri gidemiyoruz. İçimizdekileri seslendirmek için sanatı kullanıyoruz fakat günümüzde sanatın kendisi de sistem çarkına dönüşmüş durumda. Bizim gerçek bir şeyler yapmamız gerekiyor. Çünkü biz görenlerin ve duyanların istediği şey yardım edilmiş fakirlik değil, ortadan kaldırılmış fakirlik. Bunu başarabilmek için de yazmaktan, çizmekten fazlasını yapmaya ihtiyacımız var. Gerçek bir şeyler yapmaya ihtiyacımız var. Çünkü sanat artık bir kurtuluş yolu değil. Çünkü şu an sanat dediğimiz bile başkalarının kontrolünde.
Madalyonun Diğer Yüzü
Şimdi, madalyonun öbür yüzüne gelelim. Her şeye rağmen içindeki müziği dinleyen William’ın bilimin ışığında başardıklarına. William, her zaman oturup ağlamak ve Tanrı’ya yalvarmak yerine gerçek bir şeyler yapmayı denedi. Çünkü Tanrı’nın bir duadan fazlası olduğunu biliyordu. Onun bir rüzgârın esişinde saklı olduğunu görebilenlerdendi. Hepimiz zor zamanlarımızı düşünelim. Sıkışıp kaldığımız vakitlerde ne yaptığımızı düşünelim. Çoğunlukla hepimiz bir çözümün olmadığını, karanlıkta sıkışıp kaldığımızı düşünürüz ve bekleriz. Birilerinin bize fener getirmesini bekleriz ya da güneşin doğmasını bekleriz. Elindeki imkânlarla alternatif bir şeyler yapabileceğine inanan pek azımızdır. William da olaylara farklı yönden bakmayı öğrenmiş biriydi. Bekleyenlerden değil harekete geçenlerdendi. Ve bunun için tek yaptığı denemekti. Ve denemek, pes etmeden denemek, hayattan daha inatçı olmak onu yukarı taşıdı. William hayallerinin mırıldandığı melodiyi yüksek sesle önce kendisine sonra ise tüm dünyaya söyledi. William, rüzgarla birlikte esmeye başladı sonunda. Onun hikâyesi esmeyi öğrenen bir rüzgârın hikâyesiydi.
İçimizden kaçımız dinleyebildik o müziği? Kaçımız duyabildik hayallerimizin sesini? Ne zaman vazgeçeceğiz onları görmezlikten gelmekten? Ne zaman esmeyi öğrenenlerden olacağız? İnsanlar büyürler fakat unuturlar. Bir zamanlar çocuk oldukları günleri, tarlada, parkta ya da herhangi bir yerde koşarken dinledikleri hayallerini, uyurken kendilerine ninni söyleyen hayallerini unuturlar. İnsanlar büyüdükçe delirirler fakat bunun farkında olmazlar. Onlara göre deli olanlar çocuklardır fakat bir zaman kendilerinin de deli olduğunu ve bu deliliğin onları mutlu eden tek şey olduğunu unuturlar. İnsanlar büyüdükçe çürürler. Çünkü çocukluklarını ve hayallerini terk ederler. Oysa çocukluk ilgi ve bakım ister. Hatırlanmak ister çünkü hayatın sırrı onda gizlidir.
Biz sanıyoruz ki yaşlı bilgeler yaşlı oldukları için çok bilirler çünkü yaşamışlardır. Yaşadıkları şey nedir bilir misiniz? Kaybolmuş bir çocukluk. Hayatları boyunca içlerinde eksik bir şey olduğunu söyler dururlar ve bunun ne olduğunu ararlar. Aradıkları şeyin çocukluk olduğunu anladıklarında yaşlanırlar. Bundandır dedelerin ve torunların çok iyi anlaşması. Birbirlerini anlarlar. İşte hepimizi bekleyen ömür bundan başka bir şey değildir. Eğer şimdi terk edersek bize bilgelik sunan çocukluğu aradığımız şey çocukluk olacak. Üstelik aradığımız şey burnumuzun dibinde olacak ve biz onu göremeyeceğiz, duyamayacağız, hissedemeyeceğiz.
Yapmamız gereken bir çocuğun dediklerine güvenmektir. Çünkü çocuklar yalan söylemezler. Çünkü gerçeğin mayasını görebilen gözler ancak onlarda vardır. Ve Tanrı bir çocuğun kalbinde eser. Büyürken içindeki çocuğu da ihmal etmeyenlerden olmamız dileğiyle. Bitirmeden ufaktan Annie’nin seçimine de değinmek istiyorum. Onunla ilgili söylemek istediğim tek şey var. Hayat seçimlerden ibarettir. Şu an ne olduğunuzu bulunduğunuz konum ve çevre belirleyebilir fakat gelecekte ne olacağınızı sizi belirlersiniz. Bu yazımı dünyadaki tüm çocuklarıma adıyorum. İyi gülmeler.
Filmden Alıntılar
“Sizi doyurmak için kolumu kestiğimde, benim çocuğum olduğunu anlayacaksın.”
“”Tanrı, rüzgâr gibidir. Her yere ulaşır.”
Çok güzel bir yorum olmuş. Yarın gazetede!
Merhabalar. Görüşünüz için çok teşekkür ederim. Yarın gazetede deyimiyle acaba latife mi yaptınız? 🙂 iyi bir gün dilerim, diğer yazılarımda görüşmek üzere.
Sitenizi ve blogger gazetenizi inceledim. Çok güzel bir çalışma olmuş.Eğer yazımı yayınlamak isterseniz ufak bir site linki eklemeyi unutmamanızı rica ederim. Tekrar iyi günler 🙂
Merhaba, tabii ki link her zaman ekliyorum. Ben teşekkür ederim.
İremciğim bahsedince gelip okumak istedim. Çok güzel bir yazı olmuş. Özellikle son paragrafaki sözlerinizi çok beğendim. Emeğinize yüreğinize sağlık. Uzun zamandır izlemek istediğim bir filmdi. Bu güzel hatırlatma için çok teşekkürler
Çok teşekkür ederim ❤️ Eğer diğer yazılarımdan haberdar olmak isterseniz abone olabilirsiniz ☺️
Merhaba Cansu. Yazına Blogger Gazetesi üzerinden ulaştım. Bu güzel yazı için hem İrem’e hem de sana teşekkür ediyorum.
Filmi ilk fırsatta izleyeceğim ve hislerimi burada paylaşacağım. Buna benzer başka film önerilerin olursa çok sevinirim.
Selamlar..
Merhabalar. Güzel yorumunuz için asıl ben teşekkür ederim. Sık sık film yorumları paylaşmak için çalışıyorum 🙂 Haberdar olmak isterseniz okuduğunuz içeriğin en alt kısmında bulunan abone ol seçeneğinden abone olabilirsiniz. Üstelik halihazırda sayfamda birçok film incelemesi mevcuttur, onlara da göz atabilirsiniz. İyi günler diliyorum 🙂
Pingback: Blogger Gazetesi 22'inci sayısı çıktı. - CZBN