Herkese selamlar 🌼 Bugün yeni bir kitap yorumuyla geldim huzurunuza fakat başlamadan önce hâlinizi hatrınızı sormak istiyorum. Nasılsınız? Günleriniz nasıl geçiyor? Geçtiğimiz yazımda hangi kitapları okuduğunuzu sormuştum fakat bir yanıt gelmemişti. Azıcık üzüldüm bu duruma. Sizden ricam bugünlerde okuduğunuz kitapları aşağıya yazarsanız ben ve diğer okur arkadaşlarımız da yeni kitaplarla tanışma fırsatını yakalamış olur.
Kitabımız Pulitzer ve Nobel Edebiyat Ödülü’nü kazanan John Steinbeck yazarlığında olan “Fareler ve İnsanlar”. Yorumuma geçmeden kitap arkasındaki tanıtım kısmına bir göz atalım:
Fareler ve İnsanlar, birbirine zıt karakterdeki iki mevsimlik tarım işçisinin, zeki George Milton ve onun güçlü kuvvetli ama akli dengesi bozuk yoldaşı Lennie Small’un öyküsünü anlatır. Küçük bir toprak satın alıp insanca bir hayat yaşamanın hayalini kuran bu ikilinin öyküsünde dostluk ve dayanışma duygusu önemli bir yer tutar. Steinbeck insanın insanla ilişkisini anlatmakla kalmaz insanın doğayla ve toplumla kurduğu ilişkileri de konu eder bu destansı romanında. Kitabın ismine ilham veren Robert Burns şiirindeki gibi; “En iyi planları farelerin ve insanların / Sıkça ters gider…”
İnsanlar arası ilişkilerin ele alındığı bir kitap okuduğumu daha kitabın ilk sayfalarında anladım. Biri akli dengesi bozuk olan diğeri akıllı iki arkadaşın asla gerçekleşemeyecek bir hayal uğruna çıktıkları yolculukta yaşadıkları evimize, zihnimize konuk oluyor. Kitapta gözüme ilişen ilk ayrıntı insanların birbirine duyduğu güvensizlik. Hep sanki diken üzerindeymiş gibi davranan birtakım insanlar. Hayat bu insanların hayallerini o denli bozguna uğratmış ki artık ne insanlardan ne hayattan bir şey bekler olmuşlar. Öyle ki George ve Lennie’nin dostluğu kitaptaki tüm karakterleri şaşırtıyor. Kimse iki insanın kendi öz iradeleriyle, çıkarsız bir ilişkiye girebileceklerine inanmıyor. İnsan üzerine düşünürsek eğer insanların hissettiği güvensizlik pek de yanlış değil. Ama bu güvensizlik ön yargıyı da beraberinde getiriyor. Mesela kitabın bir bölümünde bir insan sırf siyahi diye onunla konuşulmuyor, kokuşmuş ölü fare vasfı dikte ettiriliyor. Ya da akli dengesi bozuk bir insanın düşüncelerini görmezden geliyorlar. Oysa ki onlar düşünemiyor değil “farklı” düşünüyorlar. The Imitation Game filminden bir replikle pekiştirmek istiyorum düşüncemi:
“Bir şey yalnızca sizden farklı düşündüğü için bu düşünmediği anlamına mı gelir?”
Sanırım ne demek istediğimi anladınız. Aslına bakarsanız kitabı sevdim. Hatta son sayfaları heyecandan, korkudan yavaş yavaş okudum çünkü son beklediğimden daha romantik ve dramatikti. Lennie’nin saf hâlleri, korkuları beni çok etkiledi. Öbür yandan güç çatışmalarına değinmek istiyorum. Güçlü olanın güçsüz olana yaptığı üstünlük gösterisi. Bu durum kitapta fazlasıyla vardı. Çiftlik patronunun oğlu, çiftlikte çalışan seyise, yükleyicilere ahlâktan yoksun güç gösterileri yaparak sözde onlardan üstün olduğunu, onlara sürekli hissettiriyordu. Bunu günlük hayatta da çokça görüyoruz. İşçilerini ezen patronlar. Hâlbuki işçiye ihtiyacı olan kimseler onlar. Ah bir bilse işçi kardeşlerim aslında birleştiklerinde nasıl büyük bir zelzele yaratabileceklerini. Ama haklılar. Hayat sizden yana değilse çoğu zaman hayata karşı gelmek akla gelen ilk düşünce olmaz. Beyin her zaman kolaya yönelir. Kabullenmek. Olmuyorsa kabullen. Belki de bizler kabullenen taraf olduğumuz için bu hâle geldik. Kim bilir?
Biraz kitaptaki siyahi seyis karakterimizi anmak adına yalnızlıktan da söz etmek istiyorum. Yatay ve dikey yalnızlığından insanlığın. Yalnızlık denen lanet insanı öldürmeyen ama yaşatmayan bir kara deliktir benim gözümde . İçine çeker gözüne kestirdiğini, çektiğini bırakmaz. Bir kere kapıldı mı insan onun büyüsüne bir daha vazgeçemez. Nasıl desem, sigara gibi ya da alkol ya da başka sizi sinsi güzelliğiyle kendine bağlayan her şey gibi. Yalnızlık. Ona sahip olmak da olmamak da insanı zehirler. Ölçülü olmak gerekiyor sanırım yalnızlık konusunda. Tamam da ne yapacağım, elimde teraziyle mi dolaşacağım? Nasıl tutturacağım ben bu yalnızlığın ölçüsünü. İşte bunu ben de bilmiyorum dostlarım. Sanırım herkesin kendine göre bir sırrı var. Benimki kendimi serbest bırakmak oluyor. Ruhumu dizginlemeyi bırakalı çok olduğundan bu konuda da pek bir şey yapmıyorum. O yalnız kalmak istiyorsa, nefes almak istiyorsa benim yaptığım şey bunu kabul etmek oluyor. O işini benden daha iyi biliyor. İnanıyorum ki her zaman benim için iyi olanı seçiyor. Ve ben, hiçbir zaman ruhumu dinlemekten pişman olmadım. Onu dinlemekten dolayı duyduğum pişmanlık hiçbir zaman nüfuz etmedi aklıma ve kalbime. Umarım hep böyle olur. Herkesin arayıp da bulamadığı sır, iksir kendi ruhunda gizli. Siz de kulak vermeyi deneyin ruhunuzun çaldığı melodiye. İyi gülmeler.
Kitaptan alıntılar:
I.
“Kitaplar ise yaramıyor. İnsanın yanında olacak birine ihtiyacı var.”
II.
” Ağlamaya başladı. “Sana bir şey diyeyim mi? İnsan çok uzundur süre yalnız kaldı mı hastalanır, yalnızlıktan hastalanır.*
III.
“Pek kullanmasa da zenci bir adamın da kendine göre bazı hakları vardır.”
Nazım Hikmet – Benerci kendini niçin öldürdü? 🙂
Ben altıncı koğuşu okuyorum ama yeni başladım. Yazınızı okudum ve beğendim.
Elinize sağlık İyi okumalar herkese.
Çok güzel bir yazı olmuş eline sağlık
Uzun zaman önce okuduğum bir kitaptı yazından sonra ifadelerin vasıtasıyla da tekrar okuma isteği uyandı kalemine sağlık canımın içi ❣