La La Land. Bugün müthiş bir müzikal filmine düşüyor yolumuz. Eşsiz müziklerle harmanlanmış romantik müzikal filmimiz, bizi yıldızlar şehrine konuk ediyor. Gecenizi mutlu ama biraz da kırgın mı bitirmek istiyorsunuz? La La Land tam size göre hanımlar beyler. E ne duruyorsunuz başlasanıza okumaya.
Oyuncu olmak, jazz sanatçısı olmak. İkisi de birer hayal ama bu hayaller bir aşkı filizlendiriyor. Mia ve Sebastian hayallerine doğru koşarken farkında olmadan birbirlerinin hayalleri oluyorlar. Ortada yaşanması gereken bir aşk varsa, o aşk mutlaka yaşanır. Sonunu düşünen âşık olamaz.
Her şeyin bir doğumu ve bir ölümü vardır. Bazı ölümler tatlıdır. Can acıtmaz. Sıkmaz. Ölen ya da öldürülen iyi hatırlanır. Fakat bazı ölümler vardır ki bir savaşın temsilidir. Ne vuran bellidir ne vurulan. Aşk. Evet aşk. Aşk da böyledir. Başlar ve biter. Bitmek için başlar. Sebepler havuzundan bir sebep. Ölmek için. Bazı aşklar tatlı biter. Hatırlandığında yüzünde tatlı bir tebessüm belirir. Diğer tarafta ise hınçla biten aşklar;
“Şiddetle başlayan hazlar, şiddetle son bulur
Ölümleri olur zaferleri
Öpüşürken yok olan ateşle barut gibi
En tatlı bal bile tadıldıkça bıkkınlık verir
Aynı tat isteği iştahı köreltir
Onun için ölçülü sev ki uzun sürsün sevgin
Hedefe hızlı giden, yavaş kadar geç varır.”
Shakspeare aslında hepimizin yerine yıllar önce açıklamış neyin ne olduğunu. Fakat insan bilse de sonunu, çaresi yoktur o sona yürümekten başka. Hatta öyle ki bazen koşar. İstediği tek şey sondur. Çünkü sıkılır. Çünkü alışır. Alıştıkça normalleşir, bir zamanlar eşsiz bulduğu hazzı. İşte her şey burada biter. İnsanın doyumsuzluğuyla.
Aslında hepimizin sonunu getiren büyük bir hazla aradıklarımız ve beklediklerimiz değil midir? Hepimiz, hayatımız boyunca bir arayışın içine sürükleniriz. Asla bulamayacağımız şeyler peşinde tükettiğimiz arzularımız. Kabahatli olan biziz. Özür dileriz. Şiddetle başladık ve ihtimallerden ihtimal beğenerek getirdik fırtınalı sonumuzu. Belki de tanrı tarafından verilen bir tür cezaydı bizimkisi, asırlara dayanan. Tutkuya yenik düşenlerin cezası ne olur dersiniz? Aynı tutkuya her seferinde yenik düşmek. Hep düşmek ve kalkmak ve düşmek ve kalkmak. Belirli bir devinim. Üzerinde yaşadığımız aşıklar gezegeninin işleyişi de tam olarak böyle değil mi? Tek yaptığı şey dönmektir ama o dönüş karanlığı ve aydınlığı beraberinde getirir. Ve o karanlıklar ve aydınlıkar günlere dönüşür. Gün. Hepimiz için yaşamın temsili olan günler. Güneş doğar ve batar. Çiçekler açar ve solar. Kışın kar yağar, yazın güneş açar. Gece ve gündüz. İşte size kanun sevgili aşıklar. Diyalektik. Dünya diyalektizmin içinde dönmeye devam ederken ve tamamlarken günleri ve ayları, ben az önce buldum neden geceleri ağlayıp, gündüzleri güldüğümüzü. Ama söylemeyeceğim çünkü söylenmez böyle şeyler, sır olarak kalmalıdır. Eğer size sunarsam bu kanunu, nasıl döner mavi gezegen?
Hayatlarımız zıtlıklarla birer nefese dönüşürken, vardınız mı farkına sonlarımızın yazarı olan ihtimallerin? İhtimaller. Kimin oyuncu kimin yönetmen olduğu bilinmeyen ihtimaller. Ve düşünülmeden alınan kararlar, bitirir tek celsede destan olmuş aşkları. Mezarlar hazır. Gözyaşları. Aşıkların birbiri için döktüğü gözyaşlarından mezarlar. Yıldızlar şehrinde. Harika manzara! Hadi oturup izleyelim, kendi ellerimizle sonunu getirdiğimiz tutkuları.
Film, şiir gibi bir filmdi. Kendimi hiç çıkmak istemediğim bir masalda buldum. Üstelik kahraman ben bile değilim. Ama ne önem teşkil eder ki? Ortada son bulmadan tadı çıkarılması gereken bir masal var. Yıldızların izleyici olduğu bir film, Oscar kazansa ne olur kazanmasa ne olur! Müzikal sevenlerin gönlü kazanıldıysa ödüller beş harften fazlasını temsil etmez. Çünkü yaşananlar kalem kâğıda yazılanlar değil, kalpteki ritimlerdir. Ve eminim ki bunu okuyan herkesin ihtiyacı var: Tüm kötülükler dört nala koşarken hayatlarımıza, iki saatliğine de olsa, kaçmak The Starry Night’a.
Film 80’ler zamanı sinemasına yeni bir soluk getirmiş. Modern sinemayla klasik sinemanın harmanlandığı film, şüphesiz ki insanın sanat açlığını doyurur nitelikte bir film. Mia ve Sebastian’ın aşkı şüphesiz ki dudaklarda nahif bir gülümseme bırakan tarzdan. Ama içten içe de “Keşkelerle” inşa edilen bir son. Mutlaka izleyin diyebileceğim kadar iddialı biri değilim. Ayrıca bu filme o türden eleştiri yapabilecek kadar yetkin bir izleyici de değilim. Ama bir nefes arıyorsanız bunalmış ruhlarınıza bu film güzel bir seçenek olabilir. İyi izlemeler diliyorum.
“City of stars
Are you shining just for me?
City of stars
There’s so much that I can’t see
Who knows?
Is this the start of something wonderful and new?
Or one more dream that I cannot make true?”